“Her Savaş Bir Tanrı Öldürür” hakkında…

2008 yılından bu yana hazırlıklarını yaptığım, 2009 şubat ayında yazmaya başlayıp, 2011 Mart ayında tamamladığım “Her savaş Bir Tanrı Öldürür”, bir subayın Türki’nin son 30 yılda 12 Eylül darbesi ile başlayıp bu güne dek süren siyasal altüst oluşta, idam cezalarına şahit olmaktan  G.doğudaki savaşta ölümle yüzleşmesi arasındaki savruluşla, içinde yaratmış olduğu baba, öğretmen, komutan,  vb tanrılara karşı yürüttüğü savaşı aynı anda ele alan bir kitap.

süleyman akbulut c

“30 yıldır süren bir savaşın yanlışlarıyla yüzleşmedir bu kitapta anlatılan. Darbe yaparak, bir halkın karar verme yetkisini alan birilerinin insanlarını darağacında sallandırdığı, 20’li yaşlardaki çocukların dağ başlarında birbirlerini öldürmelerinin dehşetinin kanıksandığı travmatik bir ülkenin halini  insanlara duyumsatmak istediğim bir öyküdür. Haklı haksız tartışmasına girmeden, gazetelerde, tv ekranlarında hamasi söylev çeken siyasetçilerin, Genelkurmay’ın soğuk, istatistik bildirimi şeklindeki açıklamaların değil… hatta ağlayan anaların bile değil…. O savaşın içine gönderilenlerin, ölüme gönderilenlerin gözünden savaşı gösterebilmek için yazdım. Demokrasi tesis edememenin, kültürlere ve inançlara saygılı bir ülke olamamanın bedelini ödeyen insanların yani savaşan, ölen ve öldürülen insanların yaşadığı akıl almaz dehşeti  ve çılgınlığı belleklere kazıyabilmek için yazdım. ”

“Kitabımım kahramanı Yüzbaşı Yılmaz Varlık… Onun öldürdükleri, onu arkadaşlarını askerlerini öldüren militanlar… onların trajik yaşamlarına bakıp, bir zihniyet devrimi yaşamamız gerekiyor. Hakkın silahla arandığı, devletin darbeyle, cuntayla işkence tezgahları ve darağaçlarıyla korunduğu bir ülkede kan ve ölümden başka bırakacak bir miras olmuyor ve bu miras insanlığımızı kirletiyor. Amaçlar ne kadar idealist ve doğru olursa olsun, araçların kötü olduğu he türlü mücadelede  amaçlar anlamsızlaşıyor ve doğruluktan uzaklaşıyor.  Kürtlerin mahrum bırakıldığı haklar için mücadele eden Kürt, eline silah alıp 20 yaşında bir askeri öldürdüğünde amacının bir anlamı kalmıyor. Ülkenin bütünlüğünü korumak isteyen bir devlet yöneticisi, askeri yöntemlerle, silahla, 19-20 yaşındaki dağa çıkmış çocukları öldürerek u  Kürt sorununu çözmeye kalktığında amacının bir anlamı kalmıyor.

Devlet, toplumsal bir sözleşme sonucu, ortak bir iradeyle var olur. Devlet, silahla, polisiye tedbirlerle değil, ikna ederek, halkının gönlünü kazanarak bütünlüğünü korumalı, varlığını sürdürmelidir. Ancak ne yazık ki bu ülke neredeyse bütün tarihi boyunca, halkının gönlünü kazarak, halkına şefkat göstererek değil, şiddetle, ceberut yüzüyle, korkutarak varlığını sürdürmeye çalıştı. Darbeler, derin devlet yapılanmalarının hakim olduğu zamanlar bu yüzün en  korkunç ve en ürkütücü ifadesiydi. Kayıp cesetlerin kemiklerinin topraklardan fışkırdığı korkunç anılar bıraktı bu dönemler zihnimize.”

Tam otuz yıl geçti . Bugüne kadar hep ölümü yücelttik bu topraklarda. Artık bir yol ayrımındayız. Karar vermeliyiz. Bu güne kadar yaptığımız gibi ölümü yüceltmeye devam edip, kanla ve ölümle yıkamaya devam mı edeceğiz hayatlarımızı? Yoksa yaşamı yüceltip, insan yaşamının kıymetini her şeyin üstünde görüp, uzlaşı kültürünü geliştirip, kardeşçe yaşamaya devam mı edeceğiz?”