Part Time Yaşamlar

Nereye gidiyoruz? Makine dişlileri gibi, birbirini döndüren çarkların soğukluğunda geçen bu yaşam, nerelere sürüklüyor bizi? Savaşı, ekonomik sıkıntıları yaşarken, sevdayı tüketirken, coşkuyu yaşamazken nasıl bir dünyadır yarattığımız?

Umut, yeni gelişen konseptlerde kariyer düşlerine dönüştürülürken, ruhun bedenlerden çekildiği mesai sonlarında, zavallı aldanışlarımız erken uykulara teslim oluyor artık. Varolan ve yaşanan somutun buz gibi çıplak yüzü… düzenli iş, düzenli birliktelikler, düzenli uykular ve düzenli yalnızlıklar sadece… Tarifeli yaşamlarda part-time düzensizliklere bile tahammül yok. Bir makine duyarlılığında yaşanan ritüeller gibi düşsel yalnızlıklarımız.

süleyman akbulut

Ama buz gibi bir kasveti yaşayıp yine de laf söyletmiyoruz yalnızlığımızın sefil kabadayılığına. “Huzurluyuz” diyoruz, yalnızlığımızda “mutluyuz” deyip geceleri kendi kendimize konuşuyoruz. Yine de…yine de bir Sufi edasıyla sadık kalıyoruz şeytani biatımıza.

Artık sevgili için kilometreleri taban zoru tüketmek, incir çekirdeğini dolduramayan danışıklı kavgalarda cilveleşmek yok. Sevdaların bile bir terazisi var… gerçeğin ve geleceğin endazesinde tartılıyor tutkular. Ve hep bir tahtırevan gibi geleceğin ağırlığında kuş gibi hafifleyip kıymetini yitiriyor duygular. Kantarın topuzu hep garantili geleceklerden yana kaçıyor yitirilen duygusallıklarda.

Bu suni dengede ayakta durup, hissizleşmenin verdiği sanal bir tevekkülle bugünümüze şükrederken, geleceğimize evrilttiğimiz düşlerin hesabını soramayacak kadar aciz düşüyoruz. Öyle ki; özenli bedenlerde tüketiliyor artık ruhlarımız. Fazla kilolardan kurtuldukça ruh hafifleşiyor. Haftasonu sabahlarında yürüyüşlerle, bisiklet gezintileriyle, elde gezdirilen pet şişe sularıyla yaptığımız vitrin gezmelerinde sağlıklı bitkilere dönüşüyor yaşamlarımız.

Geri kalan zamanlarda yaşanıyor dostluklar… Ki onları da dışarılara taşıyoruz. Oturma odalarının sıcaklığından arınıp, dostlukları plastik mekanlarda yaşıyoruz artık… Plastik bir bar, plastik bir kadeh içki ve gürültülü müziklerin plastik estetiğinde paylaşılıyor geri kalan haftasonu artıkları… Geri kalan “zaman” plastik tadındadır. İşte o geri kalan zamanlarda, geri kalan şeyleri yaşamaktan ibaret artık yaşamlarımız. Söz yok artık, söz yerine sözsüzlüğümüzü, söyleyecek bir şey bulamadığımız için kabaran sessizliğimiz dolduracak plastik gürültüler var artık…

Aferini bol, uzun ve tutarlı bir 100 yıllık yaşama koşturuyoruz çılgınca. “Kim ne derse desin yolum yoldur,” diyen, ders almaz bir inatla yaşıyoruz bütün bu bitip tükenmez asırlık ömürleri. Herkes halinden memnun, herkes yalnızlığında uzak, huzurlu ve karanlık kuytularda adeta bir vampir gibi hayata tutkun… Kendi kanıyla beslenen vampirler kadar zararsız, yemeyeceği avı öldürecek kadar tutarsız bir avcı gibi biçare bir zavallılık bu kaçınmalarımız…

İşte bu yüzden… Oynamıyorum.
Ben bu oyunu sevmiyorum.